27 Şubat 2012 Pazartesi

Pastoral Senfoni-İskoçya


Mayıs 2011’de 1 haftalık gittiğim İskoçya gezisi ile alakalı ne zamandır yazmak istiyordum,sonunda toparlama şansı bulabildim. Öylesine masalsı ve farklı şeyler yaşadım ki, oturunca sanki hepsini yazamayacakmışım gibi geliyordu. Şunu belirtmek isterim ki farklı bir yer görmek isteyen kesinlikle İskoçya’yı tercih etmeli ve sadece büyük şehirlere değil İskoçya’nın “Highlands” diye tanımlanan yerlerine de gitmelidir.

Seyahatimiz Edinburgh ile başladı. Hollyrood Sarayı,  Arthur Seat Tepesi, eski şehirde  Royal Mill Caddesi  ve şehre hakim bir konumu ile tarihi Edinburg kalesini gezdik. Öncelikle Edinburgh’ta hiç yeni bina göremedim, hepsi tarihi, hepsi eski ve özel, hiçbirine dokunulmamış. Hava buraya göre oldukça soğuktu. Ancak insanlar dünyanın hiçbir yerinde görmediğim kadar sıcaktı. Yolda herkes selam veriyor, sohbet açıyor, yardımcı olmaya çalışıyordu ve hepsi inanılmaz güleryüzlüydü.

Edinburgh’taki binaların hepsinin bahçesi var, önünde yer yoksa cadde karşısına kilitli kapılarla bahçelere rastlayacaksınız. Apartman sakinlerinin doğayla baş başa zaman geçirmesi onlar için oldukça önemli.

İskoçya barları geleneksel eski İskoç tarzında ve müzik de İskoç müziği, farklı bir şeye rastlamak zor. Bazı publar ise yüzyıllarca öncesinden kalma ve birçok önemli tarihi şahsiyetin gelip içki içtiği yerler. İskoçlar inanılmaz eğlenceli ve sıcak insanlar.

Edinburgh’ta Bobby’s Bar ve Deacon Brodie’s Tavern’i anlatmadan geçemem. Bobby’s Bar’ın adı meşhur bir köpekten alınma. Bu bar mezarlığa yakın bir konumda ve Bobby adlı bir köpeğin sahibi 1872’de ölünce buraya gömülüyor. Bobby ise mezarlıktan ayrılmıyor ve sahibinin başında duruyor, sadece yemek için hergün saat tam 13’te Edinburgh Kalesi’nden  bir adet top atılır atılmaz, yakındaki barın yanına gidiyor, o zamanlar barın adı başkaymış. Bardakiler de o köpeği hergün beslemeye başlıyor. Köpeğin vefasından çok etkilenen Belediye Başkanı Bobby’yi vatandaşlığa alıyor ve maaş bağlıyor, maaşı da bara ödeniyor. Bobby İskoç vatandaşı olarak öldükten sonra o mezarlığa sahibinin yanına gömülüyor, o barın adı da Bobby’s Bar olarak değiştiriliyor. Şu an Bobby adına bir köpeklere yardım fonu, çeşme ve heykel bulunmaktadır. http://en.wikipedia.org/wiki/Greyfriars_Bobby

Deacon Brodie’s Tavern ise geleneksel bir İskoç barı ancak çok ilginç bir hikayesi var. Deacon William Brodie 1741 doğumlu bir diplomat ve üniversitede ders veriyor. Her akşam o zamanlar adı başka olan bu bara geliyor, kurbanını seçiyor, onunla birlikte çıkarak bir köşede öldürüyor ve cesedini yakındaki kilisenin bahçesine atıyor. Bu seri katil olayı fark edildiğinde Deacon Brodie’yi yakalayıp bu barın tam karşısında kafasını kesiyorlar(Şu an o noktada yerde burasının unutulmaması için bir metal parçası duruyor). Kafası Tıp Fakültesi’nde bir kavanozda herkesin göreceği şekilde halen sergileniyor. Vücudundan ise tüm derisini yüzüyorlar, bu deriden çanta vb yapıyorlar ve bunları çok yüksek fiyatlara satmışlar. O barın adı da o gün bugündür Deacon Brodie’s Tavern olarak kalmış. http://en.wikipedia.org/wiki/William_Brodie

Bar demişken, elbette İskoçya’nın sıvı altın dediği viskisi dünyaca meşhur. Bu nedenle birçok viski imalathanesi var. Biz ikisini gezebildik: Tomatin ve Ben Nevis.  Çeşit çeşit viskiler tatırdılar. İskoç single malt viskisinin yopun olduğu için biraz su katılarak içilmesi gerektiğini öğrendik. Açıkçası deneye deneye kafamız bir dünya dolaştık ama iyi de oldu çünkü İskoçya o mevsimde o kadar soğuktu ki, 2 kat kabanla dolaşıyordum. Ancak ben böyle üşürken İskoçlar kısa kollu gömlekle geziyor ve onların yazının bu olduğunu söylüyorlardı :-) İskoçya malum güneşin az olduğu bir yer, hava nadir açıyor, bunun dışında çoğunlukla kapalı ve genelde de yağmurlu.

Edinburgh’ta  eskiden cadıların yakıldığı yere ise bir platform yapmışlar ve bu anıyı yaşatıyorlar. Ayrıca ilginç şekilde birçok evsize rastladım ancak sorduğumda onların gönüllü olarak sokakta yaşamayı seçtiklerini öğrendim. Hatta benimle cadıların yakıldığı noktada foto çekilmek istediler, yanda. Sabah-öğlen-akşam Kızılhaç minibüsleri bu kişilere sıcak tabldot yemek vermektedir. Aslında İskoçya vatandaşlarının parasız-sefil-sokakta kalmasına kendisi seçmedikçe imkan yok arkadaşlar :) Nedenlerini anlatayım:
İskoçya’da eğitim-sağlık-doktor-ilaç-hastane bedava. İskoçlar işsiz kalırsa devlet ilk 6 ay son maaşını, sonra da maaşının yarısını ödüyor. Bir bayan eğer evli değilken hamile kalırsa devlet bedava ev veriyor, maaşa bağlıyor ve çocuğun yetiştirilmesine ve bayanın eğitimine destek oluyor. Sokakta yatmayı tercih edenlere ise yukarıda bahsettiğim gibi 3 öğün yemek, battaniye, giysi veriyor.

Tabi vatandaşına sahip çıkan sadece devlet değil, vatandaş da ülkesine sahip çıkıyor. Şöyle ki, yere asla çöp atmazlar, siz yanlışlıkla bir izmarit bile atsanız biri koşarak gelip onu yerden alır ve çöp tenekesine atar. İskoçya toprağının her santimi kendilerinin olarak düşünüp seviyor ve koruyorlar. İskoçya’da her sokakta her yerde kameralar var, herkesin her yaptığı kayıt altında.

Ve belki de en alışılmadık şey ise, İskoçya’da yazılı anayasa yok! Geleneklerle gelen kurallara göre yaşıyorlar, bir şey ya doğrudur ya yanlıştır ve yanlışsa kimse yapmaz, o nedenle yazılı anayasa yok ve İskoçlar buna sonuna dek uyuyorlar!

İskoçya bildiğiniz gibi halen Klanlara ayrılmış durumda ve her klanın toprağı ve klana mensup kişiler var. Klana mensup olmayan kişi yok yani. Her klanın başında bir Lord var, her klanın kendine has arması, gelenekleri ve giysi-kilt rengi var. Ayrıca örneğin anaerkil bir klandan bir bayan ile evleniyorsanız, onun soyadını almanız da gerekebilir, klanına göre töre ve gelenekleri değişiyor. Diyelim avlanacaksınız, o zaman o toprağın Lord’u kimse ondan izin almalısınız ve Lord yanınıza refakat edecek birini veriyor. Çünkü bebek hayvanların öldürülmesini istemiyorlar. Avlanmaya gelince, bizim gibi hayvan çiftlikleri yok, hayvanlar çayırlarda serbest dolaşıyor ve avlamak isteyen avlayarak yiyor.

İskoçya baştan başa şatolarla dolu. Kimilerinde hala Lord’lar yaşıyor ama gündüzleri gezilmesine izin de veriyor.

Edinburgh Kalesi’nde Galler bölgesi krallarının diz çökerek tacı giydiği bir taş tutuluyor. Denilene göre aslında orijinal taşı İngilizler almasın diye saklamışlar ve yeri de sadece Klan Liderlerinin bildiği ve nesilden nesile aktarılan bir sır. Şu an o şatoda duran taşı, Galler bölgesinde taç giyileceği zaman alınıyor ve saraya götürülüyor. Ama gerçek taşı sakladıkları için, İngilizler’e duydukları nefret nedeniyle foseptik taşıyla değiştirdiklerini söylüyorlar ve bununla çok övünüyorlar :)  http://www.edinburghcastle.gov.uk/

Edinburgh’un her yerinde “Ghost Tour” diye turlar göreceksiniz. Bilindiği üzere Britanya hayaletleriyle meşhur, “Haunted Britain” diye bir tabir var. Bizim rehberimiz bunu bize dönerken havaalanı yolunda söyledi, korkmayalım diye tur boyunca böyle bir olay olduğundan bahsetmemiş. Savaş zamanlarında saklanılan yer altı dehlizleri var ve genelde buralarda hayalet daha çok görülüyormuş. Ancak orada yaşayanlar garip şekilde hayaletlerle yaşamaya alışmışlar, orada turistik amacı olmayan insanlar bile son derece rahat yaşadıkları hikayeleri anlatıyorlar, artık orada sıradan hale gelmiş bir olay. Şöyle ki, bunu araştıran birçok site var, ben de İskoçya dönüşü bunlara bakarken fotoğrafları gördüm ve sonra şans eseri benim de Inverness’te İsa’nın havarileri’nden birinin kilisesinde bir hayalet fotoğrafı çektiğimi fark ettim! Hatta bozuk çıktı diye üst üste 3 foto çekmişim ve aslında ilk çekilen bozuk değilmiş. Işık oyunu olup olmadığını da profesyonel fotoğrafçılara baktırdım, kesinlikle (artık neyse) bir şeyin fotoğrafını çekmişim yani :) Baktığım site : http://www.ghostfinders.co.uk/photos.html
Benim fotolar ise:




Edinburgh’ta pencere camları dikkatinizi çekebilir, halen elde yapılmış tam düzgün olmayan camlar kullanıyorlar. Ayrıca kimi pencerelerin tuğla ile örüldüğünü göreceksiniz. Bunun nedeni zamanında İngiltere’nin İskoçya’ya düpedüz “ışık vergisi” koyması ve pencere sayısına göre vatandaştan vergi kesmesi. Buna tepki olarak bunu yapmışlar. Şu an bu vergi elbette yok ama sembolik olarak bu olayın unutulmaması için bazılarını bırakmışlar.

Ve elbette İskoçların yoğun İngiliz nefretini anlatmama gerek yok :) Öyle ki hayatın her alanında, komedide, sohbetlerde, Tv’de, kitapta, devlette, herkeste bunu sürekli görebilirsiniz. Şu an halen bağımsızlıklarını almak için uğraşmaktalar. Ve bağımsızlıklarını aldıklarınında meşhur İskoç Sean Connery’yi Cumhurbaşkanı yapmayı düşünüyorlar. :)

Büyülü Edinburgh’tan sonra otobüsle İskoçya Highlands olarak adlandırılan dağlık bölgeye hareket  ettik. Yolculuğumuz esnasında Pertshire dağlık bölgesi,  Pitlochry kasabası, 800 yıllık tarihi olan Blair Şatosunu ziyaret ettik. Ardından 16.yüzyılda  Jakoben ayaklanmaların yer aldığı bölgeyi gezdik  Gezimizin devamında ise Aviemore kasabasını ve Caimgorns Ulusal Parkı gördükten sonra Highlands’in  merkesi ve ‘başkenti’ sayılan  Inverness’e  vardık. 
Bu yolculuk tam bir pastoral senfoniydi.  İsveç’in yeşilini beğenmiştim ama bu kadar mistik ve masal dünyası güzelliğini orada görmemiştim. Hele ki İnverness yakını şu an adını hatırlayamadığım bir kasabayı asla unutamayacağım. Bu kasabada genelde tek veya 2 katlı evler var. Hepsinin bahçesi var ve bahçelere giriş dışarıdan. Evlerinin kapıları da hep açık. Bunun nedeni, orada sormadan izin almadan evlerine veya bahçelerine girip oturabilir, sohbet edebilir, bahçelerinde barbekü bile yapabilirsiniz ve kimse ne yapıyorsun demez :)

Inverness’ten sonra  Nessie ‘göl canavarı ‘ efsanesi ile meşhur Loch Ness ( Ness Gölü ) tekne gezisine çıktık. Teknelerde yeraltındaki hareketliliği ölçen göstergeler var ve Nessi’ye rastlama umuduyla geziyorsunuz. Nessie’nin bir fotoğrafını çekmek bile yüzbinlerce dolar ödülü garantilemek demek :)


Teknemiz yol üzerinde İskoçya tarihinde büyük savaşların gerçekleştiği  Urquarth Kalesi'nin harabelerini gezmemiz için yanaştı.  http://www.castles.org/Chatelaine/URQUHART.HTM
Burada ilginç bir anım da oldu, paylaşmak isterim. Her kalenin küçük bir hediyelik dükkanı var, orada alışveriş yaptım ve kasada sıra beklerken yan binada kaleyle alakalı bir video gösterimi için beni beklediklerini söylemeye geldiler. Kasiyere yaklaştım ve elimdekileri oraya bırakıp sonra ödemeye gelip gelemeyeceğimi sordum. Bana aynen şöyle dedi:” Önemli değil, alın poşete koyalım alın götürün, film bitince gelir ödersiniz”. Duyduklarıma inanamadım! Elimde 3 torba hediyelik eşya ile dükkandan ödemeden çıktım ve yarım saat sonra da dükkana geri gelip ödememi yaptım !  Zihniyet farkını anlayabiliyor musunuz? Onları ödemeden alıp kaçacağımı dahi düşünmüyorlar çünkü İskoçya’da kimse bunu yapmaz. 

Sonra  5 göl ve 3 nehrin olduğu ve İskoçya’nın en çok fotoğraf çekilen The Grat Glen bölgesinin  doğa manzaralarına tanık olduk. Ardından İskoçyalı (Highlander) filmiyle çok meşhur olan Eilean Donan kale ve şatosuna geçtik. http://www.eileandonancastle.com/
Sonraki güzergahlarımız Skye  kasabası, Cullin Dağları, Balıkçı köyü Mallaig, Gleinfinnan ve   Harry Potter filmin bazı bölümlerin çekildiği mekanlar,  21 kemerli tren yolu viyadüğü, tarihi Fort William ve Glensoe kasabaları, Batı İskoçya sahilinde yer alan Oban kasabası, Trossachs Ulusal Parkından geçerek Bonnie Banks  ve Loch Lomond gölü, İskoçya tarihi boyunca İngiliz hanedanlara karşı en büyük savaşların gerçekleştiği Stirling bölgesindeki Stirling kale ve şatosu ile “Da Vinci’nin Şifresi” filminin son sahnesinden hatırlayacağınız Rosslyn   Chapel’ine gittik. 
Şapel, Norman şövalyelerinden soylu bir aile olan Sinclair ailesinden William Sinclair tarafından 15.yy ortalarında inşa edilmiştir. İçerisinde filmden de hatırlayacağınız gibi her taşın, her çizginin, her şeklin çok derin sembol ve anlamları vardır. http://www.rosslynchapel.org.uk/

İskoçya Masonluğun doğduğu yer olarak bilinir ve İskoç vatandaşlarını çoğu masondur. Bu nedenle taş işçiliği çok önemlidir ve bu nedenle de tüm yapıları taştan ve eskidir. İskoçya’daki mezarlıklarda masonların mezarları diğerlerine göre ters tarafa bakar ve üzerinde masonluğa dair derecesini gösteren işaretler bulunur.


Son duraklarımızdan biri olan Stirling Kale ve Şatosu’nu Braveheart yani Cesur Yürek filminden hatırlayacaksınız. Bu filmde anlatılan hikayeler ve savaşlar burada geçmiştir. Girişte King Robert The Bruce ve William Wallace’un heykelleri var. Wiliiam Wallace bilindiği gibi gerçekten ülke için en büyük kahraman ve önemli bir sembol. 
Film ile alakalı sorular sordum ve filmde bahsedilen William Wallace’ın savaşmaya karar vermesine neden olan aşk hikayesinin gerçekte olmadığını ve de filmde William’a ihanet eder görünen Robert The Bruce’un aslında ihanet etmeyip hep Wallace’ı desteklediğini, birlikte savaştığını belirttiler. 


Filmde bu detayların farklı olmasından İskoçlar rahatsız değil, tam tersi film sayesinde kahramanlarını dünya tanıdığı için mutlular. Yani Türkiye’de Fetih filmine getirilen eleştiriler gibi şeyler olmuyor bu ülkede.  http://www.stirlingcastle.gov.uk/


Şu an hangi şehir olduğunu hatırlamıyorum ama sanırım Oban’de Topkapı adlı bir Türk restoranına rastladık ve elbette hemen konuşmak için içeri girdik. Buranın sahibi olan Türk yaklaşık 40 yıl önce buraya gelmiş ve hayatından çok memnun. Aklıma kazınan şu cümleleri söyledi bize: “Asıl vatansever İskoçlar, Türkler değil. Biz vatanımızı sevmiyoruz. Gerçek vatan sevgisi nasıl bir şey, Türkler’in gelip İskoçları görmesi lazım…”

İskoçya’da çok az Türk var, hatta yok denecek kadar az. Diğer yandan tur için gelen Türkler de çok az olduğundan Türklere alışkın değiller, dilimizi duyunca yadırgayıp neredeyse herkes nereli olduğumuzu ve hangi dili konuştuğumuzu sordu. Türk olduğumuzu duyunca önce şaşırdılar sonra da bizi çok sevdiklerini söylediler. Birinci sebep Fenerbahçe’nin Chelsea maçına çıkarkan Braveheart müziği ile İngilizlere karşı sahaya çıkması :) İkincisi ise meşhur Kral Arthur’un Türk olduğuna inanamaları. Bunu duyunca çok şaşırdım, genelde bu tip hikayeler bizden çıkardı. Ama İskoçlar bu konuya ciddi şekilde inanıyorlar. Osmanlı İmparatorluğu zamanı ülkeye görevli olarak atanan bir Türk olduğuna, zamanla orada evlendiğine ve daha sonra ise büyük bir adil kral olduğuna inanıyorlar. Kral Arthur konusunda bunca araştırma sahibi biri olarak gerçekten bunu duyduğuma son derece şaşırdım. Ayrıca Arthur’un Excalibur’u aldığına inanılan gölün de, her ne kadar İngilizler kendilerine mal etmeye çalışsa da Highland civarında olduğunu belirttiler.

İskoçya gezisi anlatmakla bitmez ancak sadece önemli noktaları anlatmakla yetindim, gezdiğim her yerle alakalı detaylı bilgi veremedim. Tarih, doğa, farklı kültür arıyorsanız kesinlikle kaçırmayın derim. Benim için rüya gibiydi, tekrar gitmek için sabırsızlanıyorum…


(Özel not: Özel tur rehberimiz süper insan Emre Özkurt ve yarı İskoç yarı İtalyan ve aynı zamanda Kraliyet Orkestrası Müzik profesörü olup da boş zamanlarında özel grup gezdiren Alberto Massimo 'ya da sonsuz teşekkürler.)

Son olarak, orjinal William Wallace:


20 Şubat 2012 Pazartesi

Fetih 1453 başarısı !


Geçtiğimiz cumartesi günü gösterime girdiğinin 3. günü çok konuşulan Fetih 1453 filmini izlemeye gittim. Ancak beğenilerin çeşitliliği ve zaten böyle de olmasını sağlıklı bulduğum için, daha önceden okuduğum veya duyduklarım hakkında kulaklarımı kapayarak tamamen önyargısız olarak seyrettim.

Fetih 1453, gerçekten üzerinde ciddi emek verilmiş bir film. Faruk Aksoy’u tebrik ediyorum. Hollywood filmlerini aratmadığını söyleyebilirim. Özellikle Ulubatlı Hasan rolünü oynayan İbrahim Çelikkol rolün hakkını inanılmaz derecede iyi vermiş. Cast oldukça iyi seçilmiş. Sultan Mehmet Han rolündeki Devrim Evin’in de role oturduğunu düşünüyorum. Sadece Era rolündeki Dilek Serbest hem görünüş hem oyunculuk hem de replikleri açısından filme çok oturmadığını söyleyebilirim.

Konu güzel işlenmişti, birçok yerde gerçekten tüylerim diken diken oldu. Yaşadığım şehrin kıymetini bir daha hatırladım. Dünyada kutsal olan 3 şehir için ( Kudüs-İstanbul-Roma) çok kanlar dökülmüştü ve üzerinde yaşadığım topraklarda belki hiçbir yerde olmadığı kadar şehit yatıyordu. Film Cennetin Krallığı filmine de bence bu bakımdan doğal olarak benziyordu. Lağımcıların sahnesi çok etkileyiciydi.

Filmde rahatsız edici diğer konu ise, Bizans’ın fazla itici ve kötü gösterilmesiydi ki bu konu diğer ülkelerde tepki yaratacaktır, herkesin keli kendine mis kokar mantığı başımızı derde sokabilir. Buna ihtiyacımız olmayan bir medeniyetten gelmekteyiz.

Gemileri karadan geçirme konusunun ise bildiğim kadarıyla savaşın kilit noktası olmasına rağmen çok kısa geçildiğini gördüm, fikir-neden-sonuç daha iyi incelenebilirdi.

Bu 3 eleştirim dışında, filmi çok beğendim ve tekrar tekrar izleyebilirim. Birçok açıdan eleştiren insanlar var, kimilerini ise hiç anlayamıyorum. Bir örnekle açıklayayım:

Örneğin ben İskoçya’ya gittiğimde Braveheart William Wallace’ın gerçek hikayesini anlattı İskoçyalılar. Filmde doğru olmayan birçok şey olduğunu ama ana hatların doğru olduğunu belirttiler. Mesela bir aşk konusu gerçekte yokmuş ve diğer bir örnek de Robert The Bruce William’a ihanet etmemiş, tam tersine hep onunla birlikte savaşmış.  Ama buna rağmen herkes filmi çok seviyor ve eleştirmiyor. Kendi kendimizi yerden yere vuran egoya sahip olan toplum biziz. 


Bir konu film yapıldığında, eğer konu tarihi ise elbette detaylar tarihte tutulmadığından bilinemez ve senaryolaştırılır, bazı öğeler eklenir. Bunlar eklenmezse zaten belgesel olur,film olmaz. Belgesel seyretmeyiz, kitap okumayız, ancak bol bol eleştiririz. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan” bir ülkeyiz. Bu nedenle de hiçbir başarılı insanın değerini bilmeyiz, hepsini büyük çabalarla ülkeden kaçırırız.

Kardeşim, adam uğraşmış yapmış filmi. Elbette genel hatlar dışında senaryoda eklemeler olmuştur, her şey filme dönüştürülürken bu yapılır. E bi zahmet otur da birkaç satır okuyup gerisini ve doğrusunu kendin keşfediver. Herşey ayağına hazır gelmesin. Tarihini okuyup öğrenmeye bir vesile olsun bu film, olmaz mı?

Bir de filmin geçmişte fetihle alakalı yapılan çizgi filmin aynısı olduğunu söyleyen yarım akıllılar çıktı. Güzel kardeşim, İstanbul’un fethinin konusu zaten aynı, çizgi filmden farklı olsun diye başka şekilde mi fethettirsin adamlar?

Yok efendim başka filmlerden çalıntı sahneler varmış. Bahse konu filmlerin de büyük fanatiği biri olarak dikkatle baktığım halde çalıntı bir sahne göremedim. Yüzüklerin Efendisi’nde kale savunma sahnesi vardı. Eee burada da kale savunuyorlar. Kale savunmada o çağlarda o ekipmanlar kullanılıyor zaten. Ne yapsınlar mancınıkla adam mı atsınlar kaleden içeriye?

Bir diğer eleştiri de İstanbul görüntüleri ile ilgiliydi, yok efendim paint’te yapmış gibi basitmiş. Hayırdır biz başka film mi izledik?

Ey ahali, film yukarıda bahsettiğim göze batan birkaç nokta dışında süper emek verilmiş, meşhur olmayan yetenekli insanlara şans tanınarak yapılmış, ülkemizde ilk defa bu kadar düzgün hazırlanmış bir tarih filmidir. İki dakika efendi olun, oturup susun ve kıymetini bilin. Eleştirecekseniz de önce bilgi edinin, yapıcı eleştiriler yapın, insanları yaptığına pişman etmeyin. Hakikaten kaçırırsınız siz yetenekleri bu ülkeden. Sonra da Ayn Rand’ın Atlas Vazgeçti romanında olduğu gibi, kendi kendinize beceriksizlerle kaldığınız gün ne yaptığınızı anlarsınız ancak çok geç olur !


İnsanoğlunun Teknolojiyle İmtihanı


Albert Camus: “Makinelerin çalışmasından gurur duyan, insanların düşünmesinden kuşku duyan bireyler haline geldik.”

Son zamanlarda bu konu hakkında çok düşünür hale geldim. Teknoloji Deccal mi?

İnsanoğlu kendi işini kolaylaştırmak için ilk çağlardan beri bir şeyler yaratır ve üretir durumda ve ilk başlarda fayda için yapılan bu işin, artık gereksiz her şey için yapılmaya başlandığı ve insanoğlunun kendi ürettiği şeye esir olduğu kanısındayım. Öyle ki, teknolojinin gelişimi insan gelişimine ters olarak işlemektedir. Elbette teknolojinin faydalarını yadsıyamayız ama, nasıl ki kullanılmayan her şey zamanla yok olduğu için, insanı insan yapan her şey gün geçtikçe bizi yok etmektedir.

Örneklerle ilerleyelim:

Eskiden insanlar sürekli yürüdüğü ve ev işlerini de kendisi yaptığı için egzersize ihtiyaç yoktu ve kilo sorunları yoktu. Şimdi araçlar ve makineler var.

Eskiden hormon-gdo gibi icatlar olmadığından yiyecekler sağlıklıydı, kanser bu gibi hastalıklar bunca yaygın değildi.

Eskiden akıllı telefonlar yoktu, birisi bildirmedikçe kimsenin nerede olduğunu bilinmezdi ve kişisel özgürlük diye bir şey vardı. Telefonlar dinlenemezdi. Büyük şirketler her bilginizi kopyalayıp uydudan her dakika nerede olduğunu göremezdi.

Silah yoktu mertlik vardı. Şimdi her şey paraya bağlı oldu, nükleer ve biyolojik silah sahibi olabilen her ülke, ufacık bir biyolojik silahla bile bir ülkeyi yok edebilir. Dolayısıyla adalet de yok oldu çünkü gerçekten mert-doğru-güçlü olmanın önemi yok. "Money talks, bullshit walks..."

Sanatçı çok kalmadı çünkü öküz sesini bile operacıya çevirebilen programlar var. Albümler de satmıyor çünkü internetten bedava indirilebiliyor.

Tıp ilerledi ama kendi yarattığımız hastalıklar nedeniyle eskiden tıp yetersizken olanlardan daha çok ölüm gerçekleşmektedir.

Teknoloji üretiminin artıkları sayesinde doğayı ve dünyayı tamamen yok ediyoruz.

Bu liste sonsuza dek uzayıp gidebilir ama bana bu yazıyı yazdıran en önemli unsura gelmek istiyorum. O da teknolojinin insan maneviyatına ve yaradılışına ters düşen kısmıdır. Şöyle ki, insanoğlu maalesef önüne hazır lokma olarak verilen hiçbirşeyin kıymetini bilmeyecek ve her zaman daha fazlasını isteyecek, kendi uğraşmadıkça kıymet vermeyecek yaradılıştadır. Nasıl ki başkalarının iç savaş ve ayaklanmalarla elde ettiği özgürlükleri bize Atatürk altın tabakta verdiği için biz kıymetini bilmiyorsak, teknolojinin bize sundukları da öyledir.

Artık hiçbir bilgi için uğraşmak zorunda değiliz, tabiri caizse “bir tık uzağımızda” her şey.  Uğraşmadığımız ve kolay elde ettiğimiz için de elde edilen bilginin ya da hizmetin detayı ne olursa olsun bizim için artık o kadar kıymetli bir şey değil. Bu nedenle de bu kadar sık telefon değiştiriyoruz mesela…

Bu nedenle her şeye verdiğimiz kıymeti kaybediyoruz. 

Sanatı-beden sağlığımızı-özgürlüğümüzü-değerlerimizi-doğayı  tamamen yitirmek üzereyiz. Bu saydığım yitirilmeye yüz tutmuş 5 şey zaten başlıbaşına insanı insan yapan ve hayati önem taşıyan şeylerdir. Tüm bunları yitirdiğimizde zaten tamamen kukla durumuna düşeceğiz ve büyük güçlerin tam da istediği kıvamda koyun sürülerine dönüşeceğiz.

Bütün bu bilgiler ışığında, gerçekten teknoloji insanoğlunun hayrına mıdır?

Yoksa insanoğlunun kendi elleriyle hazırladığı sonu mudur teknoloji ve sanayi?



6 Ocak 2012 Cuma

2011'den Unutulmayanlar



23 Ekim Van Depremi


En büyüğü 19 Ekim Çukurca çatışması ile başlayıp, arkası gelmeyen şehit haberleri


Twitter Panpişleri ( Hilal Cebebi, Doğuş, Esra-Ceyda kardeşler )


Doğuş saksing ve Serdar Ortaçing pozu :-)http://dogussaksing.tumblr.com/
http://serdarortacing.tumblr.com/


Recep Tayyip Erdoğan'ın Ucube heykel polemiği


Somali'de açlık ve kuraklık ile akabinde Somali Yardım Kampanyası


Ortadoğu Krizi,sırayla tüm Arap ülkelerinin karışması ve ayaklanmalar


Recep Tayyip Erdoğan'ın Çılgın Proce'si


Ösym, Ygs sınav şifre skandalı patladı.


Gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık, Odatv soruşturması kapsamında tutuklandı, 11 aydır yetersiz delile rağmen hapisteler.


İnternet şifreleme polemikleri, 22 Ağustos güvenli internete geçiş


Gdo'lu ürünlere onay çıkması


Fransa Ulusal Meclisi'nin, Ermeni soykırımı iddialarını reddedenleri suç sayan bir tasarıyı kabul etmesi


Seçimler ve %47....


3 Temmuz, Fenerbahçe-Beşiktaş şike dosyası


Sigara-alkol zammı


Asmalimescit'te dışarıda bulunan masaların toplanması


Bedelli askerlik, 30 bin TL'cik, hatta askerlik de yapmadan...


Müge Anlı ve Van Depremi patavatsızlığı


Devlet Bahçeli'den püskevit isyanı :-)


Espritüel Egemen Bağış :-) "Geçen gün kamyon sürdüm, Leonardo da vinci"


Emekli milletvekili maaş artışları tartışması


Keşan Müftüsü açıklaması: "Noel Baba dürüst olsa kapıdan girerdi, niye bacadan giriyor ki?" :-)


Hurşit Güneş'in "Birbirimize takıcaz" konu başlıklı konuşması :-)


Iphone-5 beklenirken iphone 4S çıktı ve Siri'nin hayatımıza girmesi


Efsane Steve Jobs'un hayata veda edişi ve Amerika'da Türklerin bıraktığı mesaj: "Üşüyoruz Steve Reyiz" :-)


11 Mart'taki 8,9 luk Japonya depremi ve Tsunami faciası


Başta Yunanistan olmak üzere, İrlanda, Portekiz, İspanya gibi AB ülkesi ekonomileri krizi


Wikileaks belgelerinin açıklanması ve kurucusu Julian Assange'ın tutuklanması


Hüsnü Mübarek'in istifası


İbrahim Tatlıses'in başından vurulması ve yaşam savaşı.


Muammer Kaddafi'nin işkence edilerek linç edilip ve öldürülmesi


Dünya Yıldız Kızlar Voleybol Şampiyonası'nda Türkiye'nin ilk defa Dünya birincisi oluşu


Galatasaray Engelli Basketbol takımının Dünya şampiyonu oluşu.


Yunanistan'da Yorgo Papandreu ve ekibinin istifa edişi


İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin istifa edişi


Milli takımın başına Abdullah Avcı'nın getirilmesi


TFF'nin, 4 büyüklerin deplasman maçlarına rakip takım seyircisini almama gibi tartışmalı bir karara imza atması


İzzet Yıldızhan ve Nihat Doğan'ın adı otel odasında kadınlarla manşete çıkması, Nihat Doğan'ın bunu İsrail komplosu olarak görmesi. (?)


Yıl boyu durmaksızın devam eden Nihat Doğan vecizeleri


Kaybettiklerimiz toplu liste: Hasan Mutlucan,Esin Afşar, Defne Joy Foster,Hikmet Bila, Sönmez Atasoy,Server Tanilli, Ömer Lütfi Akad, Elizabeth Taylor, Amy Winehouse, Andy Whitfield, Necmettin Erbakan, Hikmet Bila , Cem Erman, Mesut Engin, Cesária Évora, Aydoğan Oflu, Coşkun Özarı, Fevzi Şeker, İstemi Betil, Güven Sazak, Jülida Gülizar, Kıvırcık Ali, Mihri Belli, Necip Torumtay, Nejat Biyediç, Sevgi Sakarya, Al Davis, Andy Rooney, Betty Ford, Bubba Simith, Joe Frazier, Muammer Kaddafi, Steve Jobs, Sathya Sai Baba, Sultan Bin Abdulaziz El Saud, Usame Bin Ladin, Tenzile Erdoğan, Aydın Menderes vefat etti.


Spartacus dizisinin yıldızı Andy Whitfield'ın ani ölümü herkesi şoke etti, dizi yarı kaldı, başrol değişerek devam edecek


Dexter başrol oyuncusu kanseri yenip geri döndü :-)


Vahide Gördüm, Nilüfer ve Sanem Deniz Uğur'a meme kanseri teşhisi konuldu.


İlluminati geri sayımı bitti, dünyanın sonu gelmedi, illuminati geri sayım sitesinin bir Türk'e ait olduğu ortaya çıktı :-)


2011 yılı Acun yılı oldu, Show Tv'nin programlarının yarısından çoğu ona ait. Hülya Avşar da kadrolu jüri olarak çalışmaya devam etti.


Acun programlarından Sefa Doğanay ve Aref tanındı.


Topkapı Saray Müzesi Müdürü Yusuf Benli, padişah tahtını lojmanına taşımaya çalıştı.


Bakan Mehmet Şimşek: "Zam değil güncelleme"


Tecavüzcüleri hadım etme tartışmaları


Recep Tayyip Erdoğan, Time Dergisi kapağına çıktı.


Twitter Van Depremi'nde hayat kurtardı.


Ömer Dinçer: "Öğretmenler başka işlere yönelmeli."


Ortadoğu da halkların başlattığı, Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketleri


Norveçli saldırgan Anders Behring Breivik, silahını kaparak önce şehir merkezinde 7 kişiyi, sonra Gençlik Kampında 80 kişiyi öldürdü.


Adnan Oktar'ın "Kedi canını senin" ile başlayan kızlarla olan muhabbetleri :-)


Cüppeli Ahmet Hoca'nın tutuklanması


Tranzonspor'un tartışmalı şampiyonluğu


Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının şehit haberleri nedeniyle iptal edilmesine dair tartışmalar


Dr. Erol Köse'nin iddiaları ve ortalığı karıştırması


2011 Eurovision şarkı yarışmasında Azerbaycan birinci oldu.


Rock konserlerinin en çok olduğu yıl oldu. Örnek: Bon Jovi, Judas Priest, Whitesnake, Ian Anderson, Alice Cooper, Iron Maiden, Elton John, Motörhead, vb.)


The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 1 çıktı. Edwaaarddd :-)))


Şafak Sezer, hakkındaki yazılarla alakalı Ekşi Sözlük ofisini bastı.


Muhteşem Yüzyıl dizisi tarih hatalarıyla rating yüksekliğiyle sürekli gündemde kaldı.


Biscolata erkekleri her daim gündemdeydi :-)


Acun, Victoria's Secret mankeni Adriana Lima'yı programına getirdi.


Pascal Nouma, Fransa'da kabul edilen soykırım yasasına tepki gösterdi: 'Türk pasaportu alır almaz Fransız pasaportunu yırtıp atacağım'


Foreign Policy dergisindeki 'Türk Kavşağı' başlıklı makalede 'Türkiye'nin 2011 yılının kazananı olduğu' belirtildi.


Ulaştırma Bakanı 'İstesek 3 ayda yerli uçak yaparız ama uçurmazlar' dedi


Tarihi Emek Sineması'ndan sonra Majik Sineması'nın da yıkılması onaylandı. 


CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana'ya, "Ayrı devlet kuracağız diyorsan, Türkiye Cumhuriyeti masa başında kurulmadı, savaş meydanlarında kuruldu. Bedelini ödersin, gelir alırsın" diye seslendi.


Muharrem İnce yaptığı açıklamalarla birçok kişinin desteğini aldı ve yılboyu gündemde kaldı.


Dünya Halter Federasyonu'nun yaptığı kontrollerde milli halterci Nurcan Taylan 'da doping tespit edildi.


İsveçli otomobil üreticisi Saab iflas etti.


Twitter sosyal medya ve etkisi konusunda kendini kanıtladı.


Rutkay Aziz'in Altın Portakal konuşması herkesi duygulandırdı.


Kuzey Kore lideri Kim Jong İl öldü.


118'li hatların saçma sapan reklamları ve türevleri çıktı.


Kelime oyunu yarışmasında bir öğretmen uçan memeli nedir sorusuna
Hostes yanıtını verdi :) Sonrasında ay bunu montajda silin dedi :)


Melih Gökçek dev kedilerle misket oynadı.


CHP'nin genç olmak yasak reklamı


Arda Turan'ın pembe forma rengini görüp küfretmesi ve ardından o renk pantolonla görülmesi :)


Ak Parti'nin "Aynı Dağın Yeliyiz Biz" şarkısı


Habertürk'ün kadına yönelik şiddetle ilgili şiddet içeren manşeti


Behzat Ç dizisi ve filminin rating rekorları


Ömer Çelakıl'ın yağlı saçları ve saçmalıkları


Sibel Üresin'in "Çok eş yasal olsun" açıklaması


Leyla ile Mecnun dizisinin en çok izlenen dizi seçilmesi


Ayşe Özyılmazel ile Ali Taran'ın evliliği ve Ali Taran'ın eşinin kanserden vefatı üzerine çıkan tartışmalar


Milletvekili Hüseyin Şahin'in açıklaması "Sayın Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir."


Van Depremi'nde yardım alan, yardım gönderene attığı sms "Bir gün sen
düşersen ben de seni kaldıracağım"


Suudi Arabistan'ın akıl almaz fetvası: "Kadınlar araba kullanırsa ülkede bakire kalmaz"